Sizin için yazdık

Blog

Haydi gelin bizi biz yapan organımızla tanışalım : Beynimiz ! – Seri 1

29 Eylül, 2018

Zen Eğitim

İnsan ırkı olarak bugünkü medeniyet seviyesine gelebilmemizin sorumlusu tek bir organımız : Beyin.

Sadece insan ırkında olmayan sürüngenlerden amfibilere hatta balıklara kadar hemen hemen her canlıda bir beyin mevcut. Ancak en gelişmişi insan,  yani Homo Sapiens’de. Bizi biz yapan, yaşantımızı davranışlarımızı, tercihlerimizi kısacası her şeyimizi yöneten bu organımız çok önemli. Bebekken bilmediğimiz bir sürü şeyi,  yürümeyi, konuşmayı, yazı yazmayı, resim çizmeyi, toplama çıkartma yapmayı velhasılı bilmediğimiz şeyleri öğrenen bir yapıdan bahsediyoruz.

Öğrenme dinamiği hayvanlarda da mevcut. Ancak hayvanlarda nesilden nesile bilgi aktarımı sağlayan yazı kavramı olmadığından insanlar bugün tüm dünyaya hakim olmuş vaziyetteler. Bugün iş hayatımızda, özel yaşantımızda, arkadaşlarımız ve toplumdaki diğer bireylerle ilişkilerimizi yürütürken de kullandığımız vasıtamız gene beynimiz. O halde bu değerli organımızın çalışma dinamiklerini bilmek işimize yarayacaktır. Dolayısıyla bu yazımdan itibaren seriler halinde İnsan Beyni konusunda ulaşabildiğim bilgileri sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Elbette bir tıp doktoru veya psikiyatri uzmanı veya Bilim İnsanı olmadığımdan bu konunun uzmanlarınca  yapılmış çok çeşitli çalışmalardan alıntılar yapıyor olacağım.

Gelin önce fiziksel özelliklerden işe başlayalım : İnsan beyni vücudumuzdaki diğer hiçbir organa benzemiyor. Hatta fiziksel yapısına bakıldığında hiç  ilgi çekici bir organ gibi de durmuyor. Kabaca ağırlığı 1.4 kg olan, kıvrımlı, yoğunluğu jöleyle soğuk tereyağı arasında olan bir et parçası. Akciğerlerimiz gibi şişip sönmez, kalbimiz gibi atmaz ,karaciğerimiz gibi salgılar yapmaz. Doğrudan birisinin kafatasını açıp bakabilsek içeride sanki hiçbir şey olmuyormuş hissiyatına bile kapılabiliriz.

İşte bu yüzden kafatasımızın içindeki bu organ yüzyıllar boyunca önemsiz görülmüştür. Örneğin eski Mısırlılar ölülerini mumyalarken beyni vücutlardan çıkarıp atarlarken, kalbi dikkatlice korumuşlardır. Gene eski Yunan filozofu Aristo beynin vücuttaki kanı soğutmak için kullanılan bir organ olduğunu düşünmüştü. Fransız bilim insanı Rene Decartes ise beyne biraz daha önem atfedip ruh ile bedenin iletişimini sağlayan bir anten görevi gördüğü sonucuna varmıştı. Beynimizin gerçekteki önemi ise artık fark edilmiş vaziyette. Ancak hala yapılan araştırmalar devam etmekte olup henüz çözülemeyen gizemlerin olduğunu da söylemek lazım.

Beynimizin en temel görevi vücudumuzu hayatta tutmak. Her insanın beyninde bulunan ve adına Nöron denilen yaklaşık 100 Milyar adet  sinir hücresi bu görevi üstleniyor. Bu Nöronlar kalp atımı, nefes alma vermeyi, kan basıncını, susamayı, acıkma, uyku gibi bir çok fonksiyonu yerine getiriyorlar. Bunun ötesinde bazı Nöronlar da davranışlarımızın düzenleyen duyguları, düşünceleri ve algıları yönetiyorlar. Tüm bunların sonucunda da zihnimizin bilinçli farkındalığı ortaya çıkıyor.

Yüz yıl ;  sadece yüz yıl öncesine kadar beynin çalışması hakkında çok sınırlı bilgiler mevcuttu. Bu bilgiler sadece hayatında kafa travması yaşayarak davranış değişikliklerine uğrayan insanların gözlemlenmesi sonucunda elde edilen bilgilere dayanıyordu. Ayrıca o çağdaki bilim insanlarının bu kişilerin beyinlerini inceleyecek yeterli teknolojik donanımları olmadığı gibi, tetkikleri yapabilmek için travma yaşayan kişinin ölmesini beklemek durumundaydılar. Kısacası geçtiğimiz 100 yıl içinde beyinle ilgili elde edilen bilimsel veriler, ki çoğu yanlıştı, tek ciltlik bir kitapta toplanabilecek kadar azdı.

Bugünse güçlü mikroskoplar, elektroansefalografi ( EEG ), pozitron emisyon tomografi (PET), fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme ( fMRI ) ve manyetik ensalografi (MEG ) gibi teknolojiler sayesinde bilim insanları, beynin daha canlıyken nasıl çalıştığına hakim olabildiler.
Artık yaşamsal süreçlerimizin nasıl çalıştığını, duyu organlarımızın ışık ışınlarını ve ses dalgalarını nasıl elektriksel sinyallere çevirdiklerini ve bu sinyallerin izlediği yolları ve ulaştıkları özelleşmiş korteks (beyin bölgeleri) alanlarını biliyoruz. Bu uyaran sinyallerin kendi küçük, işi büyük Amigdala tarafından ölçülüp, değer biçilip duygulara dönüştürüldüğünü biliyoruz. Hipokampüs ‘ün bir anıyı hatırlamasını veya prefrontal korteksin ahlaki bir karar alma anını canlı olarak gözlemleyebiliyoruz. Hatta eğlenceyle, empatiyi veya bir rakibi yendiğimizde aldığımız zevki birbirinden ayırabilen nöral modellemeler yapabiliyoruz.

Tüm bu görüntüleme çalışmaları beynin basit bir haritalama işlemiyle ortaya konamayacağını, beynimizdeki her bir parçanın diğer tüm parçalarını da şaşılacak derecede etkilediğini gördüğümüz son derece karmaşık ve duyarlı bir sistemle karşı karşıya olduğumuzu bize gösteriyor. Örneğin bir cisme baktığımızda gördüğümüz şey sadece retinamıza gelen ışığın uyarması değil daha önce yaşadığımız duyusal deneyimlerimize göre şekillenen beklentilerimizle birleşiyor. Yani aynı anda yüksek düzeyde bilişsel süreçler yürüten frontal korteks çalışırken diğer taraftan başka beyin bölgeleri de geri bildirim yaparak süreci etkiliyor.

İşte böylesine karmaşık bir yapıyı adım adım inceliyor olacağız. İncelememize önce mekanik düzeyde başlayıp yolculuğumuzu duygusal adımlara ve hatta sık karşılaşılan beyin hastalıklarına kadar vardıracağız.